Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Gündem

İmtihanlar Ardında Saklı Bir Miraç

İmtihanlar Ardında Saklı Bir Miraç سُبْحَانَ الَّـذٖٓي اَسْرٰى بِعَبْدِهٖ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذٖي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاؕ اِنَّهُ هُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ ﴿١﴾ “Bir gece, kendisine bazı âyetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Harâm’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir.” (İsrâ, 17/1)  İçinde yaşadığımız şu günlerde yüreklerin dayanamayacağı, göz pınarlarının tükeneceği imtihanlar yaşıyoruz. Yeryüzünün sahibi olan Rabbimiz, üzerine ayak bastığımız kara parçasını sünnetullah gereği depremlerle sınamaktadır. Buna yeryüzü açısından bakarsak fiziken bu çok normal bir durumdur. Allah, yarattığı toprağında zaman zaman nefes almasını, yer değiştirmesini bizim deprem diye tabir ettiğimiz doğal afet ile sağlamaktadır. Ancak insanlar nazarından olaya baktığımızda ise bu afetin özellikle ülkemizde ne yazık ki gözyaşı, ac
En son yayınlar
KÂFİR UNUTMUYOR?! HEM DE HİÇ!           Yeni Zelanda’da Cuma’ya gelen Müslümanlara saldıran Tarrant isimli terörist bize yine geçmişi hatırlattı. Yalnız biz geçmişi sürekli canımız yandığında, kanlarımız akıtıldığında ve yaşadığımız bir haksızlık durumunda aklımıza getiriyoruz. Etkisi de ne yazık ki çok uzun sürmüyor. Yaşanan hadise ile beraber yapılan paylaşımlarla, sık sık gösterilen haberlerle, hamasetten öte gitmeyen sözlerle etkisi kısa sürede tükenmektedir. Meydana gelen terör saldırısı ile alakalı birçok konu ele alınabilir. Katilin karakteri, neden böyle bir vahşeti yaptığı, orada şehit olan insanların kimlikleri ve daha pek çok mesele gündem edilebilir. Ancak özellikle dikkatleri üzerine çeken bir obje vardı orada. Teröristin kullandığı silah!            Terörist bir silah ile masum insanları katledebilir ancak niçin kullandığı silaha Müslümanlara zarar veren, ihanet eden isimleri yazar? Bunun en büyük sebebi içlerinde büyütüp besledikleri kinleri ve mağlubiyet korkus
BEYTÜ’L-MAKDİS MUALLİMİ: UBÂDE B. SÂMİT             Ubâde b. Sâmit 586 yılında Medine’de o gün ki adıyla Yesrib’de dünyaya geldi. Ensâr’ın Hazrec koluna mensup olan Hz. Ubâde’nin (ra) babası Sâmit b. Kays, annesi ise Kurretulayn bt. Ubâde’dir. Annesinin babasından yani dedesinden ismini alan Hz. Ubâde’nin Cemile bt. Ebû Sa’sa’a’dan Velid isminde bir oğlu dünyaya gelmiştir. Arap adetlerinde genel olarak ilk erkek çocuk babasına künye olduğu için Ubade’nin künyesi de Ebu’l-Velîd/Velid’in babası olmuştur. Ubâde b. Sâmit’in (ra) diğer hanımı da Enes b. Malik’in teyzesi Ümmü Haram bt. Milhan’dır. Mekkeli Müslümanlar hicret edince Allah Resulü (sas) onları Medineliler ile kardeş kıldı ve bu kardeşleştirmede Ubâde b. Samit’in (ra) muhacir kardeşi Ebu Mersed Kennâz b. Hasîn oldu. [1] İTAAT AHLAKI             Ubâde b. Sâmit’i (ra) ve ailesini imana taşıyan güzide isim aynı zamanda Medine’yi de İslam ile buluşturan Es’âd b. Zürare (ra) olmuştu. Medine’nin kaderinde büyük rol oynayan
İSLÂM MÜCÂHİDİ HZ. MUS'AB b. UMEYR(ra)             Hz. Musab deyince herkesin yüreğinin sızladığını hissederiz. Musab(ra) olmak kolay da olmuyor. Aziz İslam’a gönül vermek her yiğide nasip de olmuyor. Sabah kalkınca davam, akşam yatınca davam, dağdan aşarken davam, dağdan düşerken davam demek her dile kolay da gelmiyor. Hz. Musab böyle bir yüreğe ve dile sahip şahsiyetlerin başında yer alıyordu.             Onun omuzlarına yüklendiği davayı, dağlara verseniz dağlar kabul etmez, yollara verseniz yollar çekmez. Ama o nahif bedenine aldırmadan ben varım Ya Resulallah(sas) dedi her zaman. Allah Resulü(sas) de ne zaman İslam’ın yüreklere taşınması gerekiyorsa mübarek dilindeki isimlerin zirvesinde de yine Musab yer alıyordu. Allah onun yüreğine davasından gayri bi şey koymamıştı sanki. Üzerinden elbiseleri alındı, durun yapmayın demedi. İşkencelere maruz kaldı, yeter artık etmeyin demedi. Mekke’den Habeşistan’a hicret vakti geldi, gidemem demedi. Medine’nin Ensar’ı onu beklerken o
BİR HASTALIK ÇEŞİDİ: BANANE! Yüce Allah bizleri dünya hayatına gönderirken kendisine inanan biz kullarını kardeş kıldı. Bu kardeşlik aynı anadan ve aynı babadan olma şartı ile değildi. İman eden kullar ancak kardeş oldular. Hatta bu kardeşlik Nebevî iklimi teneffüs etmiş olan, o saadet asrının kahramanları sahabe efendilerimizde o kadar kalbe işlemişti ki ana-baba bir kardeşin bile ötesinde yer alıyordu. Yaşadığımız şu asrımızda kardeşlik denince akla nesep bağları gelmektedir. Dostluklar ise genellikle menfaatler üzerine kurulmaya başlandı. ‘Selam verdik, borçlu çıktık’ deyimi de aramızda bir nişane olan Selam’ın bile artık insanlar arasında çok görüldüğü bir atmosferde yaşıyoruz. ‘Selam verirsem veya Selam’ı alırsam kesin arkasından bir şeyler gelecektir’ korkusu(!) çepeçevre kuşatmış bizleri. Peki, nasıl bu hale geldik. Bizi birbirimizden ayıran sebepler nelerdi? Kanunî Sultan Süleyman ve Yahya Efendi’nin birbirlerine gönderdiği mektup bize bunun sebebini öğrenmemize kanaatimce
GERÇEK HÜRRİYET Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla             İnsanlığın günden güne uçuruma sürüklendiği şu asırda birçokları yapılan iş doğru da olsa, yanlış da olsa faydasız bir kalabalığın içine kendilerini kaptırmaktadırlar. Düşüncenin devre dışı kaldığı, belli dünyevî amaç ve hedefler ile vaktin de, ömrün de tükendiği bir ortam çevremizi kuşatmaktadır. Madden olmasa da manen ölen insanların yeniden ihyası için İlahî bir intizama, Nebevî bir dokunuşa ihtiyaç duyduğumuz gün gibi aşikârdır.             Allah insanları kulluk için yarattığını ve onları nimetleri ile kuşattığını Kur’an-ı Hâkim’de bizlere beyan ediyor. En başta kendisine musahhar kılınan kâinatı görmezden gelen insanoğlu bununla da yetinmeyip bir adım daha ileri atarak –ki bu adım uçuruma atılmış bir adımdır- kendisini ilah konumuna yükseltiyor, bir yaratıcının olmadığı iddiası ile kendisini ateşe attığının farkına varamıyor.             Allah’ı tanımayan/tanımak istemeyen insanlar bu halde iken Allah’a iman ede
Peygamber Müjdesi: İstanbul’un Fethi Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla “Kostantiniyye, bir gün fetholunacaktır. Onu fetheden asker ne güzel asker, Onu fetheden komutan ne güzel komutandır.”   (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 18957) Ülkelerin, şehirlerin dünyevî amaç ve hedeflerle alınması fetih değildir. Fetih, Allah’ın rızası için yine O’nun adını taşınabilecek en uzak noktalara ulaştırmaktır. Fetihler ancak İslam ile fetih kimliği kazanırlar. Bu kimlik olmadan alınan her bir yere fetih değil gasp denilir. İstanbul’un fethini anlayabilmek için öncelikle İslam’ın ortaya çıktığı ilk asra yani Asr-ı Saadet’e bakmamız gerekmektedir. Asr-ı Saadet’te yaşanan bir hadise İstanbul’un fethini müjdelemekteydi. Hendek Savaşı için hendekler kazılırken Sahabîler bir kayaya denk geldiler. Nakledildiğine göre, kazı esnasında bu kayayı aşabilmek için Hz. Peygamber(sav) çağrılmış ve üç balyoz vuruşu ile engel ortadan kaldırılmıştı. Yine rivayetlerde geçtiğine göre, Hz. Peygamber(sav) her üç vu