Ana içeriğe atla

BEYTÜ’L-MAKDİS MUALLİMİ: UBÂDE B. SÂMİT

            Ubâde b. Sâmit 586 yılında Medine’de o gün ki adıyla Yesrib’de dünyaya geldi. Ensâr’ın Hazrec koluna mensup olan Hz. Ubâde’nin (ra) babası Sâmit b. Kays, annesi ise Kurretulayn bt. Ubâde’dir. Annesinin babasından yani dedesinden ismini alan Hz. Ubâde’nin Cemile bt. Ebû Sa’sa’a’dan Velid isminde bir oğlu dünyaya gelmiştir. Arap adetlerinde genel olarak ilk erkek çocuk babasına künye olduğu için Ubade’nin künyesi de Ebu’l-Velîd/Velid’in babası olmuştur. Ubâde b. Sâmit’in (ra) diğer hanımı da Enes b. Malik’in teyzesi Ümmü Haram bt. Milhan’dır. Mekkeli Müslümanlar hicret edince Allah Resulü (sas) onları Medineliler ile kardeş kıldı ve bu kardeşleştirmede Ubâde b. Samit’in (ra) muhacir kardeşi Ebu Mersed Kennâz b. Hasîn oldu.[1]

İTAAT AHLAKI
            Ubâde b. Sâmit’i (ra) ve ailesini imana taşıyan güzide isim aynı zamanda Medine’yi de İslam ile buluşturan Es’âd b. Zürare (ra) olmuştu. Medine’nin kaderinde büyük rol oynayan her iki Akabe Biatı’nda Hz. Ubâde yerini almıştı. Rıdvan Biatı’nda da Allah Resulü’ne (sas) tam teslimiyetle itaat eden sahabîler arasında olan Hz. Ubâde yaşantısını bu itaat ile sürdürmüştü.[2]

DOSTUN EVİ GÖNÜLLERDİR!
            Ubâde b. Sâmit (ra) evindeki putları, gönlündeki putları devirmişti. Ancak sadece kendisi putlarını devirmekle kalmayacak en samimi arkadaşı Ka’b b. Ucre’nin de putları yıkıp atması için çaba sarf edecekti. Ka’b bir türlü ikna olmayınca Hz. İbrahim gibi Ubâde (ra) arkadaşının evine giderek onun tüm putlarını kırmıştır. Ka’b b. Ucre başta öfke ile hareket etse de sonrasında iman şerbetini içmişti.[3] Bugün Hz. Ubâde’nin (ra) yaptığı gibi önce kendimizin sonra dostlarımızın putlarını devirmeliyiz. Günümüzde putlar taştan, topraktan değil kişilerin gönüllerinde taşıdığı hisler, arzular put halini almışlar. Yunus Emre’nin dediği gibi “Dostun evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim” düsturunca dostlarımızı koruyacağız, gönüllerini inşa edeceğiz.

GÖREV ADAMI
            Allah Resulü (sas), Hz. Ubâde’ye (ra) birçok görev vermişti. Vahiy kâtibi idi, suffa muallimiydi. Bunun yanı sıra orduda askerdi, Bedir ehlindendi,[4] zekât memuru idi. Çok zeki olan Hz. Ubâde (ra) Kur’an’ın tamamını ezbere bilen beş Medineli sahabîden biriydi.[5] Hz. Peygamber Efendimiz (sas) onu zekât memuru tayin edince işinde hassas olması ve sakınması adına kıyamet gününde bağıran bir deveyi, böğüren bir ineği, meleyen bir koyunu omuzuna yüklenmiş halde Allah’ın huzuruna gelmemesini tavsiye ve tembih etti.[6] Bu tavsiyeleri hayatı boyunca unutmadan tutan Hz. Ubâde bir gün suffa halkasında başından geçen hadiseyi şöyle anlatıyor: “Ehl-i Suffe’den çok sayıda kişiye Kur’an öğrettim. Bu öğrencilerimden birisi bana bir yay hediye etti. Kendi kendime; ‘Bu yay mal değildir. Onunla Allah yolunda ok atarım’ dedim. Fakat yine de Resulullah’a (sas) bu meseleyi sordum. Efendimiz: “Allah Teâla’nın, kıyamet günü boynuna ateşten bir halka takmasını arzu edersen onu kabul et!” buyurdu.”[7]

ALLAH’TAN BAŞKA DOST YOKTUR!
            Ubâde bin Sâmit; uzun boylu, iri gövdeli, yakışıklı, koyu esmer tenli, güzel giyinmeyi seven, ferasetli ve basiretli bir sahabîydi. Onun ferasetine en iyi örnek olarak şu olayı zikredebiliriz: Yahudi kabilesi Beni Kaynuka Müslümanlara karşı hayâsızca hareket yapınca Allah Resulü (sas) onlara savaş açtı. Münafıkların başı Abdullah b. Selül Yahudi dostlarının affedilmesi için Hz. Peygamber’den (sas) ricada bulununca Ubâde b. Sâmit: “Ey Allah’ın Resulü! Benim dostum olan Yahudiler gerçekten güçlü, kuvvetli ve tepeden tırnağa silahlı kimselerdir. Ama ben onların dostluğundan teberri ile Allah ve Resulünün dostluğuna dönüyorum. Benim için Allah ve Resulünden başka dost yoktur”[8] diyerek yüreğinde taşıdığı imanın hakkını vermiştir. Bunun üzerine “Ey iman edenler, Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin!”[9] ayeti nazil olmuştur. Bu yiğitliğinin karşılığında Allah Resulü (sas) Beni Kaynuka’yı sürgün etme görevini Hz. Ubâde’ye vermişti.[10]

BİN KİŞİYE DEĞER…
            Mekke’nin fethinde ensar birliğinin komutanlığını üstlenmişti. Birçok önemli savaşta görevini hakkıyla yerine getiren Ubâde b. Samit (ra) hem Allah Resulü’nün (sas) vefatına kadar hem de Hz. Ebu Bekir’in (ra) hilafeti sürecinde birbirinden güzel işler yapmıştı. Hz. Ömer’in (ra) hilafetinde Humus’a vali tayin edildi. Bu görevde iken Lazkiye ve Cebele’yi ele geçirdi. Çoğu fetih seferlerinde kumandanlık yaptı. Kıbrıs seferine eşi Ümmü Haram bt. Milhan ile katıldı ancak burada eşi bineğinden düşerek şehit oldu. Mısır seferinde Amr b. Âs halife Ömer’den (ra) destek kuvvet isteyince halife Hz. Ömer oraya Ubâde, Zübeyr, Mikdâd b. Esved ve Mesleme b. Muhalled’in komutasında dört bin asker gönderdi. Bununla da kalmayıp Amr b. Âs’a: “Sana dört kişi gönderiyorum. Bunların her birisi bin kişiye bedeldir.”[11] Diyerek içlerinde Ubâde b. Sâmit’in de olduğu dört kişilik kumandan grubunun değerini gözler önüne sermişti.

BEYTÜ’L-MAKDİS KADISI
            Bereketli, güzel bir hayatın hitamı da güzel olacaktı. Humus’ta, Dımaşk’ta ve Filistin’de muallimlik yaptı. Ubâde aynı zamanda Kudüs’te kadılık yaptı. Hayatı iki kelime ile özetleniyordu; ilim ve cihat… Ubâde b. Sâmit (ra) bunun hakkını yaptığı ameller ile vermişti. Vefatına yakın bir süreçte oğlu Velid’i yanına çağırdı ve ona; Allah’a ve kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmasını vasiyet etti. Akrabalarından, komşularından helallik istedi. Çevresinde bulunanlar neden böyle yaptığını sorunca helalleşmenin burada, hesabın ise orada yani ahirette olduğunu ifade etti.[12] Beytü’l-Makdis’in muallimi, kadısı, talebesi hicretin 34. yılında, miladi 654’te Remle’de, Filistin topraklarında gözünü dünyaya yumdu.[13] Mescid-i Aksa’nın eteklerinde bizim gibi o güzel sahabî de özgürlüğü bekliyor…


[1] Detaylı bilgi için bkz. Kandemir, Yaşar, “Ubâde b. Sâmit”, DİA, XLII, 13,14.
[2] İbn Sa’d, Tabakât, III, 546.
[3] Polat, Selahattin, “Kâ’b bin Ucre”, DİA, XXIV, 6.
[4] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, III, 481.
[5] İbn Sa’d, Tabâkât, III, 617.
[6] Humeydî, Müsned, II, 397.
[7] Ebû Davud, Buyu’ 37.
[8] Çetiner, Bedrettin, Fatiha’dan Nâs’a Esbâb-ı Nüzul, I, 320.
[9] Mâide, 5/51.
[10] İbnü’l Esîr, el-Kâmil fi’t Târih, II, 118.
[11] İbn Hacer, el-İsâbe, II, 268.
[12] İbn Hanbel, Müsned, V, 317; Tirmizî, “Ḳader”, 17.
[13] İbn Sa’d, Tabâkât, III, 617.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İmtihanlar Ardında Saklı Bir Miraç

İmtihanlar Ardında Saklı Bir Miraç سُبْحَانَ الَّـذٖٓي اَسْرٰى بِعَبْدِهٖ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذٖي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاؕ اِنَّهُ هُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ ﴿١﴾ “Bir gece, kendisine bazı âyetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Harâm’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir.” (İsrâ, 17/1)  İçinde yaşadığımız şu günlerde yüreklerin dayanamayacağı, göz pınarlarının tükeneceği imtihanlar yaşıyoruz. Yeryüzünün sahibi olan Rabbimiz, üzerine ayak bastığımız kara parçasını sünnetullah gereği depremlerle sınamaktadır. Buna yeryüzü açısından bakarsak fiziken bu çok normal bir durumdur. Allah, yarattığı toprağında zaman zaman nefes almasını, yer değiştirmesini bizim deprem diye tabir ettiğimiz doğal afet ile sağlamaktadır. Ancak insanlar nazarından olaya baktığımızda ise bu afetin özellikle ülkemizde ne yazık ki gözyaşı, ac
Peygamber Müjdesi: İstanbul’un Fethi Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla “Kostantiniyye, bir gün fetholunacaktır. Onu fetheden asker ne güzel asker, Onu fetheden komutan ne güzel komutandır.”   (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 18957) Ülkelerin, şehirlerin dünyevî amaç ve hedeflerle alınması fetih değildir. Fetih, Allah’ın rızası için yine O’nun adını taşınabilecek en uzak noktalara ulaştırmaktır. Fetihler ancak İslam ile fetih kimliği kazanırlar. Bu kimlik olmadan alınan her bir yere fetih değil gasp denilir. İstanbul’un fethini anlayabilmek için öncelikle İslam’ın ortaya çıktığı ilk asra yani Asr-ı Saadet’e bakmamız gerekmektedir. Asr-ı Saadet’te yaşanan bir hadise İstanbul’un fethini müjdelemekteydi. Hendek Savaşı için hendekler kazılırken Sahabîler bir kayaya denk geldiler. Nakledildiğine göre, kazı esnasında bu kayayı aşabilmek için Hz. Peygamber(sav) çağrılmış ve üç balyoz vuruşu ile engel ortadan kaldırılmıştı. Yine rivayetlerde geçtiğine göre, Hz. Peygamber(sav) her üç vu