Ana içeriğe atla

İmtihanlar Ardında Saklı Bir Miraç

İmtihanlar Ardında Saklı Bir Miraç

سُبْحَانَ الَّـذٖٓي اَسْرٰى بِعَبْدِهٖ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذٖي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاؕ اِنَّهُ هُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ ﴿١﴾

“Bir gece, kendisine bazı âyetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Harâm’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir.” (İsrâ, 17/1)

 İçinde yaşadığımız şu günlerde yüreklerin dayanamayacağı, göz pınarlarının tükeneceği imtihanlar yaşıyoruz. Yeryüzünün sahibi olan Rabbimiz, üzerine ayak bastığımız kara parçasını sünnetullah gereği depremlerle sınamaktadır. Buna yeryüzü açısından bakarsak fiziken bu çok normal bir durumdur. Allah, yarattığı toprağında zaman zaman nefes almasını, yer değiştirmesini bizim deprem diye tabir ettiğimiz doğal afet ile sağlamaktadır. Ancak insanlar nazarından olaya baktığımızda ise bu afetin özellikle ülkemizde ne yazık ki gözyaşı, acı, dram ve daha pek çok sıkıntıyı beraberinde getirdiğini müşahede etmekteyiz. Deprem değil binalar öldürür cümlesini belki binlerce kez duyduk. Ancak fiiliyatta bunu değiştirecek insanları yetiştirmede ne kadar başarılı olabildik? Bu cümleyi deprem değil binaları çürük yapan insanlar öldürür diye değiştirsek hata etmiş olmayız. Çünkü aynı mahallede sağlam kalan binaları da çürük yapıları da biz insanlar inşa ettik. Bu gerçeği göz ardı etmememiz gerekmektedir. 

 Doğal afetler beraberinde büyük imtihanları da yanlarında getirirler. Afeti yaşayanlar ayrı imtihan edilir, afetin dışında olanlar ayrı imtihan edilirler. Genelde sadece afeti yaşayan mağdur kardeşlerimizin imtihanından bahsedilmektedir. Deprem örneği üzerinden evleri yıkılanların evsiz kalma imtihanı, yakınları vefat edenlerin acı ile imtihanı, yaralı kurtulanların şifa bulma imtihanı ve daha pek çok imtihanları vardır. Herkese gücünün yeteceği, kaldırabileceği imtihanlar verilir. Bunun teminatını Rabbimiz Kur’an’da şöyle vermektedir: “Allah hiçbir kimseyi, gücünün yetmediği bir şeyle yükümlü kılmaz; lehinde olanı da kendi kazandığıdır, aleyhinde olanı da kendi kazandığıdır.” (Bakara, 2/286) Bu imtihanlara maruz kalan kardeşlerimiz eğer bunun Allah’tan geldiğine inanır ve gereğini yaparsa dünya-ahiret kazanç elde eder lakin aksi olur da isyan ederse, ben ne yaptım ki başıma geldi diye nefsini yüceltirse dünya-ahiret kaybeder.

 Depremde mağdur olanın imtihanı bellidir ancak afetin dışında kalanların imtihanlarından pek bahsedilmez. Mağdur olmayanların imtihanlarını şöyle sıralamamız mümkündür; afetzedeye maddi-manevi destek olma imtihanı, afetzedenin duyduğu ızdırabı hiç olmazsa kalben duyma imtihanı, yardım ederken afetzedeye şefkatle yaklaşabilme imtihanı, evi olanın evini, parası olanın parasını, ekmeği olanın ekmeğini paylaşabilme imtihanı… Bunların her biri mağdur olanın imtihanları gibi büyük imtihanlardır. Yaşadığımız bu depremde herkes bu imtihanlara tabi tutulmuştur. Yapılacak en küçük bir iyilik dahi cennet anahtarı kazandıracak ölçüdedir. Bunu da Kur’an’da deprem suresi diye çevirebileceğiz Zilzâl suresinden anlamaktayız. Yüce Allah’ın bir hikmetidir ki Zilzâl suresinin “Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükafatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.” (Zilzâl, 99/7-8) bu son iki ayeti sanki depremde yapılacak en ufak hayrın ve yine depremde gösterilecek en küçük bir hatanın nelere sebebiyet vereceğini işaret etmektedir. Depremzedeye basit bir gülümsemenin onda yapacağı tesiri veya bir yardımı verirken görünen asık bir suratın açacağı yarayı tahmin bile edemeyiz. Bu hususlara da son derece dikkat göstermek imtihanın parçasıdır. 

 Miraç kandilini idrak ettiğimiz bugün ise imtihanlarımız ile miracın bağlantısını anlamaya çalışalım. Miraç; Hz. Peygamber’in (sas) Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya, oradan da göğe yaptığı yolculuk için kullanılan bir tabirdir. Hz. Peygamber miraca neden yükseltilmiştir? Bu soru üzerinden belki de imtihanlarımızın yükünü hafifletmiş olacağız. Miraç hadisesi vuku bulmadan önce Hz. Peygamber Efendimiz (sas) büyük imtihanlarla karşılaşmıştı. Mekkeli müşrikler işkence ve her türlü zorbalığı Hz. Peygamber’e ve ashaba şiddetle yapmaya devam ediyordu. Boykot gibi acımasız bir uygulama ile müminleri aç, susuz ve hürriyetten yoksun bırakmışlardı. Hz. Peygamber bir nefes, bir çıkış olsun diye gittiği Taif’te de taşlanmış ve zor durumda bırakılmıştı. Tüm bunların yanı sıra onu en fazla himaye eden amcası Ebû Tâlib’i ve kıymetli eşi Hatice’sini (ranha) toprağa vermişti. Bu yıl o kadar ağır imtihanlar içeriyordu ki adı bile Hüzün yılı olarak nitelenmişti. Hz. Peygamber’in (sas) bu imtihanlardan sonra umudu yine Rabbi idi. Yüce Rabbimiz ağır imtihanların ardından ona miracı nasip etmiş ve yaralarını sarmıştı. Hz. Peygamber’in bu ağır imtihanlarını ancak miraç gibi kudsi bir vazife hafifletebilirdi ve öyle de olmuştu. 

 Bizim ağır imtihanlarımız olan bu mevsimde Miraç Kandilinden alacağımız en güzel hikmet ne kadar zor süreçlerden geçersek geçelim rahmetiyle bizi kuşatan Rabbimiz mutlaka bir uruc/çıkış/yükseliş nasip etmektedir. Kur’an’da hem de iki defa üst üste zikredilen şu ayetler bize bir çıkış yolunun, bir kolaylığın olduğunu ifade etmektedir: “Demek ki zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Evet, doğrusu her güçlüğün yanında bir kolaylık var.” (İnşirâh, 94/5-6) Evi, ocağı yıkılan kardeşlerimize sıfıra düştüler, her şeylerini kaybettiler denilse de bu söylem bir mümin için doğru olmaz. Mümin sıfıra düşmez, her şeyini yitirse de Allah’a olan inancı varsa bir olan Rabbine imanında zerre şüphesi yoksa o kimse her zaman birden/vahdetten yeniden başlar. Kesrette vahdeti, vahdette kesreti yaratanın engin kudreti hepimizin üzerine olsun…

    

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BEYTÜ’L-MAKDİS MUALLİMİ: UBÂDE B. SÂMİT             Ubâde b. Sâmit 586 yılında Medine’de o gün ki adıyla Yesrib’de dünyaya geldi. Ensâr’ın Hazrec koluna mensup olan Hz. Ubâde’nin (ra) babası Sâmit b. Kays, annesi ise Kurretulayn bt. Ubâde’dir. Annesinin babasından yani dedesinden ismini alan Hz. Ubâde’nin Cemile bt. Ebû Sa’sa’a’dan Velid isminde bir oğlu dünyaya gelmiştir. Arap adetlerinde genel olarak ilk erkek çocuk babasına künye olduğu için Ubade’nin künyesi de Ebu’l-Velîd/Velid’in babası olmuştur. Ubâde b. Sâmit’in (ra) diğer hanımı da Enes b. Malik’in teyzesi Ümmü Haram bt. Milhan’dır. Mekkeli Müslümanlar hicret edince Allah Resulü (sas) onları Medineliler ile kardeş kıldı ve bu kardeşleştirmede Ubâde b. Samit’in (ra) muhacir kardeşi Ebu Mersed Kennâz b. Hasîn oldu. [1] İTAAT AHLAKI             Ubâde b. Sâmit’i (ra) ve ailesini imana taşıyan güzide isim aynı zamanda Medine’yi de İslam ile buluşturan Es’âd b. Zürare (ra) olmuştu. Medine’nin kaderinde büyük rol oynayan
Peygamber Müjdesi: İstanbul’un Fethi Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla “Kostantiniyye, bir gün fetholunacaktır. Onu fetheden asker ne güzel asker, Onu fetheden komutan ne güzel komutandır.”   (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 18957) Ülkelerin, şehirlerin dünyevî amaç ve hedeflerle alınması fetih değildir. Fetih, Allah’ın rızası için yine O’nun adını taşınabilecek en uzak noktalara ulaştırmaktır. Fetihler ancak İslam ile fetih kimliği kazanırlar. Bu kimlik olmadan alınan her bir yere fetih değil gasp denilir. İstanbul’un fethini anlayabilmek için öncelikle İslam’ın ortaya çıktığı ilk asra yani Asr-ı Saadet’e bakmamız gerekmektedir. Asr-ı Saadet’te yaşanan bir hadise İstanbul’un fethini müjdelemekteydi. Hendek Savaşı için hendekler kazılırken Sahabîler bir kayaya denk geldiler. Nakledildiğine göre, kazı esnasında bu kayayı aşabilmek için Hz. Peygamber(sav) çağrılmış ve üç balyoz vuruşu ile engel ortadan kaldırılmıştı. Yine rivayetlerde geçtiğine göre, Hz. Peygamber(sav) her üç vu