Peygamber Müjdesi: İstanbul’un Fethi
Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla
“Kostantiniyye, bir gün fetholunacaktır.
Onu fetheden asker ne güzel asker,
Onu fetheden komutan ne güzel komutandır.”
(Ahmed
b. Hanbel, el-Müsned, 18957)
Ülkelerin, şehirlerin dünyevî amaç ve hedeflerle alınması fetih
değildir. Fetih, Allah’ın rızası için yine O’nun adını taşınabilecek en uzak
noktalara ulaştırmaktır. Fetihler ancak İslam ile fetih kimliği kazanırlar. Bu
kimlik olmadan alınan her bir yere fetih değil gasp denilir.
İstanbul’un fethini anlayabilmek için öncelikle İslam’ın ortaya
çıktığı ilk asra yani Asr-ı Saadet’e bakmamız gerekmektedir. Asr-ı Saadet’te
yaşanan bir hadise İstanbul’un fethini müjdelemekteydi. Hendek Savaşı için
hendekler kazılırken Sahabîler bir kayaya denk geldiler. Nakledildiğine göre,
kazı esnasında bu kayayı aşabilmek için Hz. Peygamber(sav) çağrılmış ve üç
balyoz vuruşu ile engel ortadan kaldırılmıştı. Yine rivayetlerde geçtiğine
göre, Hz. Peygamber(sav) her üç vuruşta kendisine bazı beldelerin istikbalde
ümmeti tarafından fethedileceğinin müjdelendiğini haber verdi. Bunlardan
birincisinde Hire ve Kisra’nın köşklerinin, ikincisinde Şam ve Bizans
istikametindeki beldelerin(Kostantiniye’nin), üçüncüsünde ise San’a/Yemen taraflarının
kendisine gösterildiğini belirtmişti. Nitekim Kadisiye muharebesinden sonra
İran’ın başşehri Medayin 16/637’de fethedildi. Cevdet Paşa’nın bize
naklettiğine göre Dırar b. el-Hattab adlı İslam askerinin “Allahu Ekber! İşte
Kisra’nın beyaz köşkü! Rasulullah’ın(sav) bize vadeylediği budur” dediğini
aktarır.
Yemen’in fethine gelince Hz. Peygamber’in(sav) 629 yılından
itibaren yerel Himyeri meliklerine İslâm’a davet mektupları göndermesi Yemen’
de İslamlaşma sürecini hızlandırdı. Sasaniler’in Yemen valisi Bâzân’ın
İslâmiyet’i benimsemesiyle birlikte San’a halkı ve Ebnâlarda İslâm’a
girdi.(628-631)
Asıl konumuz olan İstanbul’un fethi
ise Efendimiz’in(sav) Hendek Savaşı’ndaki müjdesi ve sayfa başında mezkûr hadis-i
şerifi ile Müslümanların gündemine girmiş oldu. Esasında bu fethin iki ana
damarı vardır. Bunlardan ilki burada ifade ettiğimiz gibi Rasûlullah’ın(sav)
mübarek lisanı ile o şehrin fethini zikretmesidir. İkincisi ise Efendimiz(sav)
eğer o şehrin fethini zikretmemiş olsaydı bile hem sahabe efendilerimiz hem de
sonra gelen mücahidler İlay-ı Kelimetullah dediğimiz Allah’ın ismini her yere
ulaştırma arzusu ile yine –Allah en iyisini bilir- İstanbul’un fethini
gerçekleştireceklerdi.
İstanbul’a
İlk Sefer
İstanbul’a
yapılan ilk sefer deyince aklımıza hemen Ebû Eyyub el-Ensârî gelmektedir. Ebû
Eyyub el-Ensârî, doksan küsur yaşında olmasına rağmen yaşına aldırmamış ve Müslümanların
ilk İstanbul kuşatmasında Yezid b. Muaviye komutasında ordudaki yerini almıştı.
Yezid’in ordusunda yer almasını ise şöyle yorumluyordu: “Filan kişinin
komutan olması mühim değil; mühim olan Allah için yapacağım cihaddır” Ebû
Eyyub el-Ensârî bu sözüyle asıl meselenin cihad olduğu bunu da Yezid için değil
Allah rızası için yaptığını ifade ediyordu.
İlk sefer tam dört yıl
sürmüştür.(48-52/668-672) Bu süreç içerisinde Ebû Eyyub el-Ensârî
hastalanmıştı. Bu hastalıktan kurtulamayan Ebû Eyyub Hâlid b. Zeyd şehit olarak
vefat etmiş ve sur dışına defnedilmiştir.(49/669) Vefat etmeden son anında
Yezid onun bir dileği olup olmadığını sormak için Ebû Eyyub’un yanına gitmişti.
Ebû Eyyub ona şu cevabı verdi: “Sizin dünyanızın bana hiç lüzumu yok. Lakin
beni elinizden geldiği kadar düşman beldesinde gidebileceğiniz en ileri noktaya
kadar götürüp orada defnedin. Zira Resulullah’tan: ‘Konstantiniyye surlarının
dibinde sâlih bir kimse defnolunacaktır’ dediğini işittim. Umarım ki o sâlih
kimse ben olayım!” dedi. Bunun üzerine onun mübarek naaşı vasiyeti
üzere uzak bir noktaya defnedildi. Daha sonra onun kabri Fatih Sultan Mehmed’in
hocası Akşemseddin tarafından keşfen bulunmuştur.
İlk seferden sonra Müslüman orduları
İstanbul üzerine her fırsatta yürümüşlerdi. Ama Nebevî müjdeye nail
olamamışlardı. Herkes plan yapıyordu İstanbul’u fethetmek için. Ama her planın üzerinde
bir planı vardı Allah’ın. Ne yaparlarsa yapsınlar Bizans’ın güçlü surları
aşılamıyordu. Beklenen Fatih dünyaya teşrif ediyordu.
Muhteşem
Bir Fetih, Mütevazı bir Fatih
Tarihler
30 Mart 1432’yi gösterirken İslam âleminin beklediği kumandan Hüma Hatun’un
odasında dünyaya gelmişti. Mehmed-i Sânî’nin(II. Mehmed) doğumu babası II.
Murad’ı çok mutlu etmişti. 12 yaşına kadar kaliteli bir eğitim almıştı. Bu
yaşından itibaren ise Amasya, Manisa gibi şehirlerde şehzadelik yaptı. Bu
süreçte kendisi ile aynı veya farklı yerlerde şehzade olan ağabeyleri erken
yaşlarda vefat edince tahtın tek varisi oldu. II. Mehmed 12 yaşında iken babası
II. Murad tahtı ona bıraktı. Sultan Mehmed henüz genç yaşta iken Hristiyanlar
ile Varna Savaşı yapılacaktı. Bu savaşa tecrübesi olmadığı için babası Sultan
Murad katıldı. Sultan Murad fiilen olmasa da bu savaş sırasında hükümdar
konumunda idi. Sultan Murad Hristiyanları ağır bir yenilgiye uğratınca tekrar
görevi oğluna bıraktı. Ama Çandarlı Sadrazam Halil Paşa Sultan Mehmed’in
Kostantiyye’ye sefer düzenleyeceğini ve bu seferin devleti zor duruma
düşüreceğini Sultan Murad’a haber vermesi üzerine, Sultan Murad tekrar tahta
geçmiş ve oğlunu Manisa’ya göndermiştir.
Sultan Murad 1451 Şubat ayında vefat edince Sultan Mehmed Edirne’ye
giderek 19 Şubat 1451’de ikinci kez tahta çıktı. Tahta çıktığı senenin
sonlarında Kostantiniyye seferinin hazırlıklarına da başlamıştı.
Kostantiniyye’yi alması için onu savaşçı kimliği olan lalaları Şehabeddin Paşa
ve Zağanos Paşa destekliyordu. Sultan Mehmed dedesi Bayezid’in yaptırmış olduğu
Anadolu Hisarı’nın karşısına o dönemde Boğazkesen adı verilen Rumeli Hisarı’nın inşa emrini verdi. İmparator Konstantinos Mehmed’e
hisarın yapımı için kendisinden izin alması gerektiğini bildirmek için elçiler
gönderdi ancak Mehmed elçileri kabul etmedi. İmparator en son 1452’nin Haziran
ayında barış görüşmeleri için bir kere daha elçilerini gönderdi ancak Mehmed
elçileri yine reddetti. Bunun anlamı savaştı. Hisar 1452’nin Ağustos ayında tamamlandı. Böylece boğazın kontrolü Osmanlıların eline
geçmiş oldu.
Kostantinopolis’teki asker sayısı 8.000 civarındaydı, limanda 26
savaş gemisi bulunuyordu. Daha evvel 700 İtalyanı taşıyan yedi Girit ve Venedik
gemisi Şubat ayında şehirden kaçmıştı. Osmanlı ordusundaki asker sayısı ise en
az 50.000 idi. Ayrıca Mehmed yalnızca karadan kuşatmanın yeterli olmayacağını
düşünerek bir donanma hazırlatmıştı. Bu donanma bahar aylarında boğazın Marmara
girişine vardı. Osmanlı ordusu 23 Mart’ta Edirne’den hareket etti ve 2 Nisan’da
Konstantinopolis’e vardı. Aynı gün Haliç’in girişi zincirle kapatıldı.
Karargâhını Romanus kapısının karşısına Maltepe’ye kuran Mehmed son kez teslim
çağrısında bulundu ama imparator reddetti.
6 Nisan sabahı ilk saldırı başladı. Kuşatma, aralıklı çatışmalarla
53 gün sürdü. Donanmasını bir şekilde Haliç’e indirmesi gerektiğini anlayan
Mehmed gemilerini karadan geçirmeye karar verdi. Bugünkü Dolmabahçe’den
Kasımpaşa’ya uzanan güzergâha kalaslar döşendi ve 70 kadar gemi silindirler
üstünde 22 Nisan sabahında Haliç’e indirildi. Böylece Haliç’in kontrolü
Osmanlıların eline geçti.
Fetih günü gelmeden önce 24 Mayıs’ta Sultan Mehmed ordusuna beş gün
sonra 29 Mayıs’ta karadan ve denizden büyük bir saldırı yapacağını ve Allah’ın
izniyle muzaffer olmak istediğini duyurdu.
Sultan Mehmed fethi şu cümleleri ile açıklıyordu: “Belki itimadım,
mahza Hakk’ın lütfuna ve inayetinedir. Asıl gayem de İslam’ın şiarlarını
izhardır.” Bu ifadesiyle Sultan şöyle demek istiyordu: “İstanbul fethini
gerçekleştirebilmek için her ne kadar maddeten ve manen bütün hazırlıklarımı
yapmış olsam da niyetime aldığım bu büyük işte başarıya erişebilmek için esas
itibariyle Yüce Allah’ın lütfuna, ihsan ve yardımına güveniyorum. Bunun için Allah’a
tevekkül ettim, teslim oldum, tefviz-i umûr ettim, gönlümü O’na bağladım. Esas
amacım ise İslam’ın şiarlarını(nişanlarını, alâmetlerini, sembollerini) açığa
çıkarmaktır.”
Artık sona gelinmişti. Takvimler 29 Mayıs’ı gösterirken sabah
namazı vakti girmeden Sultan Mehmed erkenden uyandı. İki rekât nafile namaz
kıldı ve Yüce Allah’a tazarruda bulundu; padişah, her şeyi bilen Allah Teâlâ’ya
yalvarıyordu, savaş üzere bulunduğu kavim, İhlas Suresi’nde gün gibi aşikâr
olarak tanıtılan Yüce Allah’a imanın mahiyetini bozarak teslise yönelmişlerdi.
Hâlbuki Mesih(Hz. İsa), Allah’ın kuluydu(Nisa 4/172). Onlar İncil’den, Hz.
Muhammed’in geleceğinden haber veren ayeti de (Sâf 61/6) silip atmışlardı.
Genç Padişah bu düşüncelerin akabinde son olarak ellerini kaldırıyor
ve şöyle dua ediyordu: “Ben âcizin dahi maksadı, ‘Kendilerine kitap
verilenlerden, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah Resulü’nün haram
kıldığını haram saymayan ve hak dini kendisine din edinmeyen kimselerle,
küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.’ (Tevbe 9/29) emrine
tutunmak, ‘Allah uğrunda hakkını vererek cihad edin…’ (Hac 22/78) emrine
uyanlar zümresine girebilmek ve elimden geldiğince sana layık hayırlı
işler/sâlih ameller yapmaktır… Dilemek senin, kuvvet senin, inayet senin.Ya
Rabbi, sen Kelam-ı Kadiminde, ‘Bizim uğrumuzda cihad edenleri elbette kendi
yollarımıza eriştireceğiz…’(Ankebut 29/68) buyuruyorsun. ‘Ey Rabbimiz!
Yüreğimizi sabırla doldur; bize direnme gücü ver, kâfir kavme karşı bize yardım
et…’(Bakara 2/250)”
Sultan Mehmed duasını tamamlamış ve ordu sabah namazını kıldıktan
sonra taarruza başlamıştı. Özel yaptırılan toplar, o kasvetli Bizans surlarını
delip geçiyordu. Askerler ‘Allahu Ekber’ nidaları ile Bizans toprağı olan
Kostantiniyye’yi İslam’ın rahmetine kavuşturuyorlardı. Bu saldırıya daha fazla
dayanamayan bin yıllık Bizans Konstantiniyye’de nihayete eriyordu.
Artık Konstantiniyye fethi gerçekleşmişti. Bu tarihi seyir
içerisinde bizler anladık ki Allah’ın inayeti olmadan bu iş olmuyordu.
Allah(cc) yazdığı kaderi tüm insanlığa gösteriyordu. Şu gerçek de ala
unutulmamalı: Kılıçların fetihlerdeki payı sadece vasıta olmaktan ibarettir.
Nice azlar çoklara galip gelirken kılıçların gücü değil iman gücü kendini
gösteriyordu.
Bu muhteşem fetihten sonra Sultan Mehmed artık Fatih Sultan Mehmed
unvanı ile anılıyordu. Avrupa onu Grand Turco( Büyük Türk) olarak
vasıflandırmıştı. Muhteşem fetihler ile alınan şehirlere ihtişamla girmek değil
tevazu ile girmek yakışırdı. Tıpkı Efendimiz(sav)’in Mekke’yi fethettiği zaman
devesinin hörgücüne yüzü değecek kadar eğilerek, gözlerinde yaşlar ile şehre
girdiği gibi. Fatih Sultan Mehmed de vezirleri ve komutanlarıyla birlikte St.
Romanos Kapısı'ndan (Topkapı) şehre girdi. Ayasofya'nın önüne gelen II. Mehmed,
secdeye kapanarak toprağı öptü. Allah ondan ebeden razı olsun.
Fatih Sultan Mehmed sefere çıkarken şu sözü söylüyordu: “Biz
toprakları değil, gönülleri fethetmeye gidiyoruz.” Bu sözü iyice düşünmek
gerekir. Şimdi şu asrımızda İstanbul yeniden fethe muhtaç değil mi? Gönüller
İslam’a aç değil mi? Ayasofya, Fatih Sultan Mehmed’in vakfı idi ve mescid
olarak kalmasını vasiyet etmedi mi? O halde Ayasofya’ya fetih gözüyle yeniden
bakmamız gerekmiyor mu? Bu soruları zihinlerimizin en mühim mevkilerine
yerleştirmeliyiz ve hayata geçirebilmek için çaba sarf etmeliyiz.
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.
Kürşat ASLAN
Yorumlar
Yorum Gönder