Ana içeriğe atla
GERÇEK HÜRRİYET
Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla
            İnsanlığın günden güne uçuruma sürüklendiği şu asırda birçokları yapılan iş doğru da olsa, yanlış da olsa faydasız bir kalabalığın içine kendilerini kaptırmaktadırlar. Düşüncenin devre dışı kaldığı, belli dünyevî amaç ve hedefler ile vaktin de, ömrün de tükendiği bir ortam çevremizi kuşatmaktadır. Madden olmasa da manen ölen insanların yeniden ihyası için İlahî bir intizama, Nebevî bir dokunuşa ihtiyaç duyduğumuz gün gibi aşikârdır.
            Allah insanları kulluk için yarattığını ve onları nimetleri ile kuşattığını Kur’an-ı Hâkim’de bizlere beyan ediyor. En başta kendisine musahhar kılınan kâinatı görmezden gelen insanoğlu bununla da yetinmeyip bir adım daha ileri atarak –ki bu adım uçuruma atılmış bir adımdır- kendisini ilah konumuna yükseltiyor, bir yaratıcının olmadığı iddiası ile kendisini ateşe attığının farkına varamıyor.
            Allah’ı tanımayan/tanımak istemeyen insanlar bu halde iken Allah’a iman eden Müslümanlar ne haldeler? Ahir zaman ümmeti olarak Allah’a inanan Müslümanlar çok büyük tehlikelerle karşı karşıyadırlar. Bu tehlikelerin en başında ise biz inanan insanlar iman ettiğimiz Allah’ı gerçek manada idrak edemiyoruz. O’nun emir ve yasaklarına hakkıyla uyamıyoruz. Allah’ın bizlere ve tüm âleme rahmet olarak gönderdiği Efendimiz’in(sav) yürümüş olduğu o kutlu yolu takip edemiyoruz. Peki, bu durumda ne yapmamız gerekiyor? İçine düştüğümüz bu ateş çukurundan gül bahçelerine nasıl ilerleyeceğiz? İnsanların ‘ben özgürüm’ deyip her istediğini yapmalarının önüne nasıl geçeceğiz?
            Bu tür sorular bizleri çıkmaza doğru sürüklerken Üstad Bediüzzaman’ın şu veciz sözü imdada yetişiyor: “İnsanlar hür oldular amma yine Abdullah’tırlar(Allah’ın kuludurlar).”[1] İslam bizi Abdullah yapar. Abdullah olduğumuz zaman sınırlarımız olur, sorumluluğumuz olur. O halde en büyük hürriyet kulluktadır. En büyük felaket kul olmayı unutmaktır. Nuh’un(as) gemisinde yer almak demektir Abdullah olmak. Musa’nın(as) yol arkadaşı olmaktır Abdullah olmak. Efendimiz’e(sav) Zeyd(ra) olmak demektir Abdullah olmak.
            Allah’ın kulu olmak ‘La ilahe illallah/Allah’tan başka ilah yoktur’ şuuruna ermektir. Müminin özgürlüğü Allah’a itaat ile sınırları çizilmiş bir rahmet penceresidir. Özgür olmak her istediğini yerine getirmek demek değildir. Eğer kişi her istediğini yapar ise Allah muhafaza esfel-i safilin sınıfına dâhil olur. Allah ile özgürlüğe erişmek ise Ahsen-i Takvim kılar insanı.
            İnsanlık âleminin ilki olan Ebu’l-Beşer Hz. Âdem’den, yaşadığımız şu güne kadar şu fani dünyadan, gerçek hürriyete erişme adına ebedî diyara yolculuk eden nice Abdullahlar geldi geçti. Her biri bulundukları ortamın hakkını vererek Allah’ın rızasına ermenin hazzını yaşadılar. Yeri geldi Zekeriyya(as) oldular, testereler ile doğransalar da vazgeçmediler; yeri geldi İbrahim(as) oldular, ateşlere atılsalar da Allah’tan ümit kesmediler; yeri geldi Muhammed Mustafa(sav) oldular, Taif’te taşlandılar, mağarada ölümle yüz yüze kaldılar ama Allah’ın yardım edeceğinden emindiler. Ammarlar, Bilaller, Yasirler, Habbablar, Hubeybler ve daha niceleri oldular ama bir an olsun şeytanın adımlarını takip etmediler. Bize düşen görev ise öncelikle Efendimiz’in(sav) çizdiği hakiki kulluk yolunu takip etmektir. Bir Bilal(ra) olamasak da Bilal(ra) gibi olmaya gayret göstermeliyiz. Hz. Hatice, Hz. Fatıma, Hz. Aişe olamayız. Ama onların açtıkları o güzide yolun yolcuları olabiliriz Allah’ın yardımıyla.
            Hakiki hürriyete erişmek için hem isimleri hem yaşantıları Abdullah olan Abdullah b. Mesud, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Selam gibi ve Abdullah olma şerefine erişen güzide şahsiyetler gibi olma duası ile…
Âlemlerin Rabbi Olan Allah’a Hamd Olsun.
Kürşat ASLAN



[1] Bediüzzaman Said Nursi, Hutbe-i Şamiye, s.91

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BEYTÜ’L-MAKDİS MUALLİMİ: UBÂDE B. SÂMİT             Ubâde b. Sâmit 586 yılında Medine’de o gün ki adıyla Yesrib’de dünyaya geldi. Ensâr’ın Hazrec koluna mensup olan Hz. Ubâde’nin (ra) babası Sâmit b. Kays, annesi ise Kurretulayn bt. Ubâde’dir. Annesinin babasından yani dedesinden ismini alan Hz. Ubâde’nin Cemile bt. Ebû Sa’sa’a’dan Velid isminde bir oğlu dünyaya gelmiştir. Arap adetlerinde genel olarak ilk erkek çocuk babasına künye olduğu için Ubade’nin künyesi de Ebu’l-Velîd/Velid’in babası olmuştur. Ubâde b. Sâmit’in (ra) diğer hanımı da Enes b. Malik’in teyzesi Ümmü Haram bt. Milhan’dır. Mekkeli Müslümanlar hicret edince Allah Resulü (sas) onları Medineliler ile kardeş kıldı ve bu kardeşleştirmede Ubâde b. Samit’in (ra) muhacir kardeşi Ebu Mersed Kennâz b. Hasîn oldu. [1] İTAAT AHLAKI             Ubâde b. Sâmit’i (ra) ve ailesini imana taşıyan güzide isim aynı zamanda Medine’yi de İslam ile buluşturan Es’âd b. Zürare (ra) olmuştu. Medine’nin kaderinde büyük rol oynayan

İmtihanlar Ardında Saklı Bir Miraç

İmtihanlar Ardında Saklı Bir Miraç سُبْحَانَ الَّـذٖٓي اَسْرٰى بِعَبْدِهٖ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذٖي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاؕ اِنَّهُ هُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ ﴿١﴾ “Bir gece, kendisine bazı âyetlerimizi gösterelim diye kulunu Mescid-i Harâm’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten her şeyi işitmekte ve görmektedir.” (İsrâ, 17/1)  İçinde yaşadığımız şu günlerde yüreklerin dayanamayacağı, göz pınarlarının tükeneceği imtihanlar yaşıyoruz. Yeryüzünün sahibi olan Rabbimiz, üzerine ayak bastığımız kara parçasını sünnetullah gereği depremlerle sınamaktadır. Buna yeryüzü açısından bakarsak fiziken bu çok normal bir durumdur. Allah, yarattığı toprağında zaman zaman nefes almasını, yer değiştirmesini bizim deprem diye tabir ettiğimiz doğal afet ile sağlamaktadır. Ancak insanlar nazarından olaya baktığımızda ise bu afetin özellikle ülkemizde ne yazık ki gözyaşı, ac
Peygamber Müjdesi: İstanbul’un Fethi Rahman ve Rahim Allah’ın Adıyla “Kostantiniyye, bir gün fetholunacaktır. Onu fetheden asker ne güzel asker, Onu fetheden komutan ne güzel komutandır.”   (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 18957) Ülkelerin, şehirlerin dünyevî amaç ve hedeflerle alınması fetih değildir. Fetih, Allah’ın rızası için yine O’nun adını taşınabilecek en uzak noktalara ulaştırmaktır. Fetihler ancak İslam ile fetih kimliği kazanırlar. Bu kimlik olmadan alınan her bir yere fetih değil gasp denilir. İstanbul’un fethini anlayabilmek için öncelikle İslam’ın ortaya çıktığı ilk asra yani Asr-ı Saadet’e bakmamız gerekmektedir. Asr-ı Saadet’te yaşanan bir hadise İstanbul’un fethini müjdelemekteydi. Hendek Savaşı için hendekler kazılırken Sahabîler bir kayaya denk geldiler. Nakledildiğine göre, kazı esnasında bu kayayı aşabilmek için Hz. Peygamber(sav) çağrılmış ve üç balyoz vuruşu ile engel ortadan kaldırılmıştı. Yine rivayetlerde geçtiğine göre, Hz. Peygamber(sav) her üç vu